Beden istirahat durumunda veya yorucu bir egzersiz yapılıyor olmasına bağlı olarak dakikada 236 mililitre ila 910 mililitre oksijene gereksinim duyar. Dokuların oksijene kavuşarak doyuma ulaşmaları oranında iyileşmeler sağlanır. Artan oksijen seviyesi, her hücre içindeki enerji akışını düzenler ve bunun sonucu olarak da bedendeki tüm organlar olumlu yönde etkilenirler. Görevlerini en üst seviyede gerçekleştirirler. Pek çok kişi enerjilerini yedikleri şeylerden aldıklarını düşünürler. Bu kısmen doğru olsa da oksijenin yaşamı devam ettirmek için besinleri yararlı enerjiye çevirme işleminde bir etken değildir. Aldığımız besinler bir oksidasyon işleminden geçer ve hücrelerin işlevselliğini sağlamak için salınan ATP (adenozin trifosfat) olarak adlandırılan molekül içinde depolanan enerjiye dönüştürülür. Yaşamı sürdürmek için enerji üretmek, enerji üretmek için oksijen, yeterli oksijen temini içinde doğru solunum gerekir.
Değişik gevşeme programlarına katılan kişilere yavaş ve derin nefes almaları söylenir. Derin nefes alma, kandaki proteinlerin lenfatik sistem yoluyla daha rahat dolaşımını sağlar. Derin nefes alma glikozu enerjiye dönüştürmek için gerekli olan oksijenin alımına olanak sağlar.
Akciğerler lenfatik dolaşım sistemi için bir emme pompası görevini yaparler. Lenfatik dolaşım sistemi fibrinojenler, albuminler ve globulinler gibi hücre arası boşluklarda bulunan kan proteinlerinin taşınmasından sorumludur. Bu kan proteinleri minik kılcal damarlarından sızarlarsa hücreler arasında bunları tekrar kan dolaşımı içine sokacak yeterli basınç olmadığı için temizlenemezler. Lenf sistemi, bu hücreler arasında hapsedilmiş proteinleri tek yönlü valfleri vasıtası ile boyun tabanındaki köprücük kemiği altı (subclavian) kanalı yolu ile lenf damarlarına çeker. Eğer lenf sistemi işlevini etkin bir biçimde yerine getirmiyorsa, bu kan proteinleri hücreler arasında tutsak kalır ve oksijenlenme metabolizmasını engellemeye başlar. Bu bir kez oluştu mu, tutsak kalmış kan proteinleri fazla sodyumu çekerek hücreden suyun dışarı alınmasına neden olur ve devamında da hücre çevresinde sodyum ve suyun artmasına neden olur. Bu durumda, hücre içinde oksijen eksikliği, sodyum ve potasyum dengesinin bozulmasına yol açarak hücre seviyesinde enerji kaybı, hastalık ve ölüme neden olur. Hücre seviyesindeki bu koşullar sancı, yangı, enfeksiyon ve hastalık koşullarını yaratırlar. Gerçekten de, bu kan proteinleri lenfatik sistem tarafından toplanmazsa canlı bir gün içinde ölür. Beş dakikalık derin diyafram solunumu ile yarım saatlik bir yürüyüşten bile çok daha fazla sağlık getirir. Lenfatik sistem kanı temizlemenin yanında bedendeki zararlı maddelerin ve atıkların atılmasından da sorumludur. Sancı, kanser, yangısal tepki ve genel hastalık durumlarından ise yeterli oksijenin olmaması sorumludur. Eklem iltihabı, aşırı şişmanlık ve yüksek kan basıncı gibi diğer durumların hepsinin paylaştığı ortak nedensel etken, tutsak olmuş kan proteinleridir.
Kanserin temel nedeninin normal hücrelerin oksijen solunumunun yerine şeker fermantasyonuna geçtiklerinde oluştuğu bilinmektedir. Aynı zamanda sağlıklı hücrelerden oksijeni çıkardığınızda onların kanserli hücreler haline geldikleri de bilinmektedir. Oksijen soluma hücrelerin normal enerji gereksinimlerini karşılarken kanserli hücreler tam tersi olarak enerji gereksinimlerini öncelikle fermantasyon yoluyla karşılarlar. Kanser gelişiminin olduğu her durumda oksijen soluma ortadan kalkar, fermantasyon başlar ve hücre anaerobik duruma gelir. O zaman bu hücreler normal işlevlerini kaybedip sadece gelişme ve çoğalma özelliklerini muhafaza ederler. Kanseri önlenmesi için; toplardamarda yüksek oranda oksijen bulunmasını sağlayacak ölçüde kan akışını devam ettirmek, kan içinde oksijen moleküllerinin taşıyıcısı olan hemoglobinin yüksek seviyede bulunmasını sağlamak, besinlere etkin solunum enzimlerinin miktarını arttırmak, gerekir. Karsinojenler dışarı atılabildiğinde pek çok kanser vakası önlenebilmektedir. Eğer hücrelerin içine solunan oksijen uygun seviyelerde tutulabilirse Karsinojenler dışarı çıkarılabilirler.
Aerobik solunum bozulduğu zaman fermantasyon hemen onun yerini alır, çünkü her iki işlemin de nikotinamid olarak adlandırılan ortak bir hızlandırıcısı yani katalizörü vardır. Aerobik solunumun yerini hücrelerin enerji eksikliği nedeniyle öldüğü fermantasyon aldığı zaman Glycolysis (glikoz parçalanması) oluşur. Glikolisis basitçe, "fermantasyon yoluyla ölüm" ve anaerobiosis de "fermantasyon yoluyla yaşam" anlamına gelmektedir. Eğer fermantasyonun ürettiği enerji aerobik solunumun kaybettiği enerjiye eşitse, bu durumda anaerobiosis ortaya çıkabilir. Farksızlaşmış gelişimi ile kanser ve hücrelerin kopyalanması ortaya çıkar, çünkü fermantasyon değil sadece aerobik solunum hücrelerin yüksek seviyede farklılaşmasını ve bunun sürdürülmesini yaratabilir.
En yüksek oksijen emilimi için dik durma pozisyonunda diyaframdan nefes alışverişi gerçekleşmelidir. Derin nefes almanın sağlık üzerine daha birçok farklı etkisi vardır.Derin nefes alabilmek için diyafram kasını daha aktif kullanmak gerekir. Diyaframdan nefes alma aynı zamanda göğüs boşluğundaki emme basıncını arttırır. Kanın toplardamarlar yolu ile kalbe dönüşünü düzenler. Nefes alışverişi gaz değişiminden daha ileri giden bir işlevselliğe sahiptir. Sağlıklı olma otonom sinir sisteminin dengesine dayanır. Bu denge, derin nefes alıp uzun nefes kullanma biçimi tarafından yaratılır. Denge bir kez kuruldu mu bedendeki tüm sistemler birbiri ile daha etkili ve tutarlı bir biçimde iletişim kurabilirler. Bu biçimde nefes alışverişi en uygun kalp atım hızı aralığını yaratır.
Mustafa Kartal mkartalll@yahoo.com www.nefesteknikleri.com www.nefesokulu.com
|