“Korku ve endişelerin nedeni, sahiplenme ve beklentilerdir.” Mustafa Kartal
Sahip olduğunuzu zannettiğiniz şeylere gerçek anlamda sahip olmadığınızı ve olamayacağınızı anlayarak, bu konudaki beklentilerinize son verdiğinizde endişe ve korkularınız sonlanabilir. Bu olduğunda gerçekten zaman, mekan algısının dışına çıkarak ve sonsuz varlıklar olduğumuzu hatırlayarak parça yerine bütünle, kısıtlı olan yerine sonsuzla ilişki kurarak her şeyin ne kadar olması gerektiği gibi yerli yerinde olduğunu fark edebilir ve olması gerektiği gibi oluşmaya devam ettiğini gözlemleyebilirsiniz. Sahiplenme ve beklentiler zihinde hapishaneler yaratır. Kişi bu durumu o kadar benimser ve olması gereken bir durum olarak algılar ki, farkındalık geliştirip kendine dışarıdan bakabileceği bir duruma gelinceye kadar cennette yaşadığını düşündüğü bir cehennemde korku ve endişe içinde bir hayat geçirir. Bunun çözümü bırakmak, izin vermek ve akışta kalmakla mümkün olabilir. Normal şartlarda bunu gerçekleştirmek çok zor olsa da sizi gerçek özgürlüğe taşıyacak tek şey nefes çalışmalarıdır. Kişinin kendisini eksik, yetersiz ve çaresiz hissetmesinin en büyük nedeni, üst solunum nedeniyle yeterli oksijene sahip olamaması ve gücünü kaybetmesidir. Yetersiz solunumun oluşturduğu enerji kaybı gerek fizik beden, gerek duygusal beden ve gerekse zihin beden üzerinde rahatsızlıklara sebebiyet verir. Kişi yeterli enerjiye sahip olamayıp kendini güçsüz hissettiğinde korunmak ve yaşamla baş etmek için kendini başka gerçekliklere yaslamaya başlar. Değişik alışkanlıklar ve bağımlılıklar edinir. Gücünü başkalarından alma eğilimine geçer. Başkaları için yaşamaya ve kendini başkalarına kurban etmeye başlar. Sonsuz varlığını kısıtlı zeminlerde ifade etmek zorunda kalır. Geçmiş ve gelecek korku ve endişesi yaşar. Olumsuza odaklanır. Sahiplenme ve beklentileri iyice artar. Yaşamı içinden çıkılmaz bir hal alır. Diyafram kullanımını gerçekleştirerek orijinal nefes programına geçtiğinde, yeterli nefesler almaya ve gerekli oksijene ulaşmaya başladığında ise fizik sağlığı ve psikolojisi hızla değiştirerek iyileşir. Korku ve endişe bazlı yaşamdan, sevgi ve huzur dolu bir yaşam biçimine geçer. Sahibi olduğunu zannettiği şeyler üzerinden elini çekmeye başladıkça, kaybedeceğinden korktuğu şeylerin çok daha fazlasının ve daha iyisinin varlığından haberdar olur. Gerçek anlamda yükselişe geçer. Tuttuğu ve bırakamadığı değerler yüzünden yükselememe durumu sona erer. “Maymun Tuzağı” hikâyesi de bu konuya iyi bir örnektir.
Maymun Tuzağı
Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir tuzak vardır. Bu tuzak için bir Hindistan cevizi oyulur ve içinden ip geçirilerek ağaca bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği almak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında maymunu, tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulduğu çok nadir görülür. Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak, özgürleşmektir.
Mustafa KARTAL
|